Ana içeriğe atla

DURAN: REJİM NE OLURSA OLSUN HABER YAZMAYA DEVAM EDECEĞİZ


 GAZETECİ OLARAK 

EN ACİL İHTİYACIMIZ

EN BÜYÜK DİLEĞİMİZ...
 



Erdoğan rejiminin kendine muhalif en ufak bir sese, basına tahammül edemediği için sürekli kapatmaların yaşandığını belirten gazeteci-medya eleştirmeni Ragıp Duran, baskılar karşısında dayanışmanın önemine dikkat çekti.

· ANF HABER MERKEZİ, Salı, 5 Eyl 2017, 07:41

Olağanüstü Hal (OHAL) ilan edilmesinin ardından peş peşe çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnameler (KHK) ile kapatılan kurumların başında basın yayın organları geliyor. Tutuklu gazeteciler, sansür kapatılan basın kurumları Türkiye’nin basın özgürlüğü karnesine her gün bir yeni eksi ekliyor. Türkiye’deki basın özgürlüğü durumunu gazeteci-medya eleştirmeni Ragıp Duran ile konuştuk.

OHAL ile birlikte gazetecilere yönelik artan baskıya tanıklık ediyoruz. Gazetecilerin gözaltına alınması, tutuklanması, hedef gösterilmesi gibi… Bu durumu nasıl değerlendirmek gerekir?

15 Temmuz darbe girişiminin ardından iktidar, konumunu güçlendirmek için, ‘’FETÖ’’ bahanesiyle tüm muhalif kesimi susturmak istiyor. OHAL’de çıkartılan KHK’ler ile yapılan ihraç, tasfiye, yasaklama ve kapatmalara baktığımızda, Kürt medyası, bağımsız ya da solcu gazete, dergi ve internet sitelerinin ve Barış Akademisyenlerinin hedef alındığını görüyoruz. ‘Tek Adam’ rejimi kurmak isteyen Erdoğan, alaturka Başkanlık rejimi olarak sunulan ama aslında faşist diktatörlüğe çok benzeyen sistemini kurabilmek için en küçük itiraza, en hafif eleştiriye bile tahammül edemiyor. Çünkü kurmak istediği rejim; hukuken ayrıca da meşruiyet düzleminde çok zayıf, çok sakat. Bu açıkların ortaya çıkmasını sağlayabilecek yayınlar, Erdoğan’ı destekleyenleri bile hiç olmazsa kuşkuya düşürebileceği için, Saray topyekûn yasaklama yoluna gidiyor. İktidar, kamu bankaları ve inşaat şirketlerinden neredeyse zorla aldığı paralarla, milyonlarca liralık yatırım yapıp kendisine bağlı kapıkulu medyası yaratmasına rağmen, bağımsız gazetecilikte, “gazeteciliğin esası olan kamu çıkarını savunmak ve tüm iktidarların karşısında olmak’’ ilkesinde ısrar edenleri büyük tehlike olarak görüyor. Bu kesim akıl almaz fedakârlıklar sayesinde görevini yerine getirmeye çalışıyor. Saray’a biat etmeyen bir medyanın, az sayıda da olsa gazetecilerin hala işlerine devam etmesi, Erdoğan’ı rahatsız ediyor.

Basın ve medya alanında uygulanan sansür, tek manşet anlayışında kendisini gösteriyor. İktidar ile medya arasındaki ilişkiyi nasıl yorumluyorsunuz?

Bugün medyanın neredeyse yüzde 90’ı dolaylı ya da dolaysız olarak iktidarın denetiminde. Saray, bu medyayı, kendi yasadışı/gayrimeşru politika ve icraatlarını aklamak, muhalefeti karalamak/gözden düşürmek için bir araç olarak kullanıyor. Medyayı, ideolojik egemenliğini kurmak amacıyla kullanmaya çalışıyor ama bu alanda da pek becerikli ve başarılı değil. İktidar medyasının, mevcut gerçekleri araştırıp yayınlamak diye bir sorunu yok. Onlar, yalan olduğu besbelli haberlerle iktidarı desteklemek ve muhalefeti güç duruma düşürmek için yayın yapıyor. Tabi burada bir sorun gündeme geliyor; Erdoğan’ın çizgisini harfiyen uygulamaya çalışan iktidar medyası, bu çizginin tutarsız, çelişkili ve ikide bir değişmesi nedeniyle, şaşırıyor, afallıyor. Dolayısıyla, iktidar medyası, bir gün yazdığının tam tersini ertesi gün yazmak zorunda kalabiliyor. Bu nedenle de, iktidar medyası, inandırıcılığını, güvenirliğini büyük ölçüde yitiriyor.

Yandaş medyanın bir sorunu daha var; Gerek Reis’in gözüne girmek, gerekse kendisini daha sıkı yandaş göstermek için, belki de anlamsız şahsi rekabet alanları nedeniyle yandaş kalemler, bir süredir kendi aralarında fena bir şekilde kapışıyor. Hakaret ve küfürler havada uçuşuyor. Metal yorgunu siyasi parti AKP’nin medyası da kaçınılmaz olarak bu ortamdan etkileniyor. Ak medyadaki tenekeleşme, manşet ve haberlerde bariz bir şekilde ortaya çıkıyor.

İktidarın denetimindeki gazetelerin satış rakamlarının kasten yükseltildiğini yandaş bir istihbaratçı zaten yazdı. Gün geçtikçe sıkıştığı, çıkmaz yola girdiği için çaresizleşen egemen medyanın televizyonları da, yurttaşın muhayyilesini, akıl ve mantığını zorlayan haberler yayınlamak zorunda kalıyor. Bu nedenle de, AKP seçmeni dahil, büyük bir çoğunluk, iktidar medyasının güvenilmez olduğunu her gün daha iyi görüyor ve anlıyor. Yandaş medya yazdıklarıyla değil yazmadıklarıyla önem kazanıyor. İktidar, insanların, Cizre’de bodrumda sivil gençlerin nasıl katledildiğinin bilinmesini istemiyor. Ya da MİT mensuplarının Dukan’da yakalandığını… Daha binlerce örnek verilebilir. Egemenler sanıyor ki, yandaş medya bir olayı yazmazsa, o olay olmamış sayılacak. Bugün hala ayakta kalabilen ajans, gazete, radyo, televizyon, internet sitesi ve dergilerin değeri de işte tam da burada. Az da satsa, az da izleyicisi olsa bir gazete, televizyon, iktidar açısından rahatsız edici bir gelişmeyi haber olarak yayınlayınca, yandaş medyanın hikmeti sebebi ortadan kalkıyor. O yandaş medyaya yatırılan milyonlarca lira boşa gitmiş oluyor.

Yayınlanan her KHK ile mutlaka birkaç basın kurumu, gazete, internet sitesi kapatılıyor. Medyanın toplum üzerindeki etkisi düşünülecek olursa bu uygulama ile amaçlanmak istenen nedir sizce?

Özel olarak baskı altına alınan, kapatılan, yasaklanan, yönetici, yazar ya da muhabirleri gözaltına alınan, tutuklanan yayın organlarının öyle yüzbinlerce satan gazete, dergi olmadığını biliyoruz. Benzeri konumdaki internet siteleri ile televizyonlar da çok geniş izleyici kitlesine sahip değil. Çoğu, orta çaplı ya da küçük yayın organları. Buna rağmen, Saray, satışı/reytingi çok yüksek olmayan yayın organlarından da rahatsız ise, bu işlerin istediği gibi yürümediğinin göstergesi. Medya, genel olarak toplumu etkileyebileceği gibi, kendisi de toplumdaki gelişmelerden etkilenen bir yapı. Herkesin bir ağızdan aynı cümleleri, aynı düşünceleri ifade etmesi talep edilirken, aradan 2-3 farklı sesin çıkması, bütün koronun mahvolmasına yol açıyor. Bunu bilen Saray ideologları, topyekün kapatma-yasaklama stratejisini izliyor. Beyhude… Çünkü geçmiş deneylerden de biliyoruz ki, bir medya organı, belirli bir toplumsal-siyasi-ideolojik temele dayanıyorsa, o medya organı kapatılsa/yasaklansa bile, kısa bir süre sonra o boşluğu dolduracak farklı isim ve yapılarda başka ve yeni medya organları devreye giriyor.

İktidar medyası, inşaat ihalelerinin artık ya da bonuslarından beslenirken, bağımsız medya, okurların desteği ve çalışanların fedakarlığı ile yayın hayatını sürdürüyor. Egemen medya, Noam Chomsky’nin dediği gibi, ancak bir süre ve belirli bir kesim üzerinde etkili olabilir. İlelebet tüm toplumu yönlendiremez. Üstelik bugünkü küreselleşme ve internet çağında, herhangi bir gerçeği çok uzun süre gizlemek artık mümkün değil.

Gazetecilik faaliyeti ile yapılan haberlerin gündemi nasıl hakikatle yüzleştirdiği de ortadayken Türkiye’de gazetecilik ne anlam ifade ediyor?

1831’de ilk gazete yayınlandığından bu yana, Türk basını bu aralar tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor. Hapisteki tutuklu ya da hüküm giymiş gazeteci sayısına bakın. Yasaklanan/kapatılan gazete, dergi, radyo, televizyon, internet sitesi sayılarına bakın. Dünya rekorları kırılıyor. Yasama ve yargı gibi medya da Saray’ın tahakkümü altına girme sürecinde.

Gazetecilik mesleği, başta internet, hakim sınıflarla ilişkiler, ticarileşme, amatör şevkin kaybolması ve daha bir çok neden yüzünden zaten bu aralar dünya çapında da büyük bir kriz yaşıyor. Ama Türkiye’de mesleki ve teknik engellerin yanı sıra siyasi iktidarın doğrudan müdahaleleri nedeniyle artık yurtiçinde bağımsız gazetecilik yapmanın koşulları yavaş yavaş ortadan kalkıyor. Halbuki gazetecilik, işte tam da böylesi dönemlerde, iktidarın usulsüzlüklerini teşhir etmek, toplumun ve yurttaşın doğru, çok boyutlu, hızlı olarak habere ulaşmasını sağlaması açısından çok önemli bir araç. Bilgili yurttaşın daha iyi muhalefet yapacağını kestiren iktidar, siyasi haberlere sansür uygularken, gazete sayfalarını ve TV ekranlarını magazin, spor, sözüm ona kültür-sanat haberleriyle dolduruyor. Meslek, yozlaşmanın son aşamalarına yaklaşıyor. Hem okur nezdinde hem de kıdemli gazeteciler nezdinde, meslek pek feci durumda.

Türkiye’de basın özgürlüğü haritasına dair neler söylemek istersiniz?

Haritayı incelediğimizde, basın özgürlüğü en çok ve en sık iki bölgede ihlal edilmiş görünüyor: İstanbul’da odaklanmış bağımsız ve sosyalist medya ile Diyarbakır merkezli Kürt medyası. Bu durum çok şaşırtıcı değil. Çünkü Türkiye’de Saray’a karşı muhalefetin iki kalesini saymak gerekirse, kaçınılmaz olarak İstanbul ve Diyarbakır ilk ikiyi temsil eder.

Bu baskılı sürecin üstesinden gelmek için yapılması gereken nedir? Gazetecilik mesleği ve bu mesleği icra eden gazetecilerin üzerine düşen görev nedir?

Henüz gözaltına alınmamış gazetecilerin işi gerçekten zor. Öncelikle içerideki arkadaşlarımızla dayanışma önemli. Onların serbest kalabilmeleri için yine mesleğimizi icra ederek, duruşmaları izleyip, iddianamelerin tutarsızlığını sergileyip, savunmaların değerini/önemini okur kesimine iletmek gerek. Bu dönemde yabancı meslektaşlarımızla (ki onlardan da içeride olanlar var) işbirliğinin ayrı bir önemi var. Batı kamuoyunu bilgilendirmek, Batı’daki meslek kuruluşlarının ve meslektaşların desteğini daha fazla almamız yararlı olur. Meslek kuruluşlarımızı yani cemiyet ve sendikaları, Çağdaş Gazeteciler Derneği’ni (ÇGD) daha da aktif hale getirmemiz şart.

Ben bu aralar Nazi Almanya’sı, Nazi işgali altındaki Fransa, Mussolini İtalyası, Franco İspanyası ve Salazar Portekizi’nde gazetecilerin neyi nasıl yaptıklarını araştırıyorum. Faşizme, diktatörlüğe karşı bağımsız gazetecilerin başka ülkelerde nasıl davrandıklarını inceliyorum. Şimdiki dönemde, Türkiye’de çok azalmasına rağmen, mevcut tüm hukuki olanakları kullanarak, yasal yöntemlerle ve esas olarak gazeteciliğin bize tanıdığı olanak ve kolaylıkları kullanarak, doğru haber yapmak, normal dönemlerdeki gazetecilikten farklı bir işlev haline geliyor.

Sonuç olarak, biz gazeteciler aslında hancıyız. Diktatörlük ya da demokrasi… Rejim ne olursa olsun, biz haber yazmaya, fotoğraf çekmeye, karikatür çizmeye, yorum kaleme almaya, sayfa yapmaya, program tasarlamaya, çekim ve kayıt yapmaya devam edeceğiz. İşimiz, mesleğimiz bu. Görevimizi demokratik bir ortamda çok daha iyi ve kolay yapabiliyoruz. Dikta rejimleri ise, tarihin de bize öğrettiği üzere, geçicidir. Onun gidişini ayrıntılı haber yapmak en acil ihtiyacımız, en büyük dileğimiz.

https://anfturkce.net/guncel/duran-rejim-ne-olursa-olsun-haber-yazmaya-devam-edecegiz-95692

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd