Ana içeriğe atla

Aldırma Kadri aldırma...

16 Aralık 2016 Cuma

Gazeteciler bu aralar ya adliyede ya cezaevi kapılarında ya da içerde. Dışarıda kalanlar ise bir avuç hakiki gazeteci. Onlar da yazmaya, çizmeye çalışıyor. Acaba beni de tutuklarlar mı?
Dışarıda derken, başkaları da var. 1453’ten önce bile İstanbul’da yaşayan Yahudiler de yavaş yavaş memleketten ayrılıyor. Bizim çevrelerde de çoluğu çocuğu ve parası olanların büyük bir kısmı bu memleketten umudu kesiyor. Vize, yurtdışında en uygun ülke hangisi muhabbetleri var etrafta. Nefes alamaz olduk.
Buralarda gazeteci diye dolaşanlar ise aslında yatacak yeri olmayanlar. Merak etme. Onlara da sıra gelecek. Bir kısmı, isim vermeyeyim sen tanırsın, şimdiden işten atıldı, bazılarını o meşum uçağa almıyorlar. Kimileri dönmeye çalışıyor. Ama yerleri dar. Almanya’da ev alanlar da varmış onlardan. “Tabula Rasa”dan sonra meslekle ilgili etraflı bir yüzleşme/ hesaplaşma lazım.
Bilirsin, Fransa’da iki dönem hakkında (İkinci Dünya Savaşı ve 68 Mayıs’ı), çocuklar, torunlar babalarına dedelerine iki kritik sorar:
- Baba sen o zaman hangi taraftaydın?
1939-45’te doğru taraf Jean Moulin idi ya da De Gaulle idi, belki de Komünist Parti’ydi. Yani Direnişçilerin safında olmak önemliydi. İlk başlarda çok küçük bir azınlıktılar. Fransızların çoğu uzun süre, Nazi işbirlikçisi Mareşal Pétain’in yanındaydı. Vichy rejimini desteklemişlerdi.
68 Mayısı’nda önemli olan barikatın hangi tarafında yer aldığımızdı. Cohn- Bendit ile birlikte polislere kaldırım taşı atan saflarda mı, yoksa André Malraux ile ihtiyar-gerici rejimi destekleyenlerin yanında mı?
Kadri, yarın öbür gün oğlun, seninle gurur duyacak.
- Babam, o dönemde gazetecilik yaptığı için hapse atılmıştı. Mesleği ve görevi gereği hiçbir iktidara yanaşmadığı için cezalandırılmıştı… diyecek.
Bugün yanlış safta olanlar yarın ya susacak ya da yalan söyleyecek.
Bizim bir arkadaş, geçenlerde sanık olarak yargılandığı bir davada, hâkim “Sabıkanız var mı” diye sorduğunda bıyık altından sırıtmış.
- Ne oldu, neden gülümsediniz?
- Hâkim bey, Türkiye’de gazetecilik yapıp sabıkası olmamak yani gerçekten çok zor bir iştir…
Amerikan maden grevcilerinin 1930’lardaki mücadelesinde doğup bugün hâlâ söylenen bir mücadele şarkısı vardır, “Which side are you on boys” (Çocuklar siz hangi taraftasınız). Sen ve hapisteki tüm gazeteciler taraflarını zaten çoktan belli etmişlerdi. “Bağımsız gazetecilik tarafındayız” demişlerdi.
Silivri, bizim çocukluğumuzda yengeç ve pavuryası ile ünlü bir sahil kasabasıydı. Çok eskiden de bir Rum yerleşim merkezi imiş. Şimdi sizler oradasınız. Ama kimse kalıcı değil demir parmaklıkların ardında. Hem sen Mekteb-i Sultani’de yatılı okumuş adamsın. Cezaevinin ne olduğunu da bilirsin. Bir arkadaş senin için “Onda bir İngiliz asilinin olgunluğu var” demişti geçen gün. Oh yes indeed!
Tüm olumsuz koşullara rağmen, Murat’la, Hakan’la, Güray’la, Turhan’la, Akın’la, Musa ile kendinizi dışarıdaki hapishaneye iyi bir şekilde hazırlıyorsunuzdur, eminim. Diğer Cumhuriyetçilere, öteki meslektaşlara da, görüşebiliyorsan, bin selam…
Takım bu aralar pek parlak değil. Çıkınca sen de göreceksin. Olsun. Biz takımımızı yalnız Avrupa’da kupa aldığı zaman sevip desteklemedik. Yeni stadımız, bizim eski Ali Sami Yen gibi değil tabii ki… Avrupa maçlarından önce (seneye) ya da lig maçlarından sonra, iki duble atıp, bir şeyler yiyebilecek doğru dürüst bir mekân yok yakınlarda. Bizim o eski grubun çoğu üyesi de sağa sola dağıldı zaten. Olsun, sen hele bir çıkıver, ilk maçta bir organizasyon yaparız.
Leonard Cohen göçtü gitti bu arada. Duymuşsundur.
Bu şarkıyı (Every body knows) kimin için yazmış acaba? En çok da kaptanı merak ettim. Arda’dan bahsetmiyor değil mi?:
Herkes biliyor, zarların hileli olduğunu
herkes yuvarlanırken talihe umut bağlamış
herkes biliyor, savaşın bittiğini
herkes biliyor, iyi adamların kaybettiğini
herkes biliyor, dövüşte şike olduğunu
fakirler fakir kalır, zenginler zenginleşir
hep böyle gider
herkes biliyor
herkes biliyor, geminin su aldığını
herkes biliyor, kaptanın yalan
söylediğini (…)

Cumhuriyet gazetesi, 16 Aralık 2016

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

SİVİL DİKTA VE MEDYA

Analitik Bakış'ın sorularına yanıtlar: 1) ‘Sivil dikta’ iddialarının 20 yıl önce de yine medyada, Hürriyet’in manşetiyle yer aldığı basına yansıdı. Medyanın bu süreçteki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? RD: ‘Sivil Dikta’ sözcüğünün 20 yıl önce DENİZ BAYKAL tarafından sarfedilmiş olması manidar. Askeri diktatörlüklere pek ses çıkarmayanlar, sivillikten çok hoşlanmaz. Sivil sözcüğü bizde, Türkçe’de çoğu zaman yanlış kullanılıyor. Sadece ‘’asker’in karşıtı’’ imiş gibi algılanıyor. Oysa ki Latince kökenli sivil sözcüğünün mesela fransızcadaki anlamı ‘Uygar’; ‘civilisation’ da uygarlık yani medeniyet. 20 yıldır medyada sivil/askeri bağlamlarda dikta meselesi hala tartışılıyorsa, bu memlekette demokrasinin düzeyi konusunda karamsar bir konumdayız demektir. Medya ise, özellikle egemen/yaygın medya ise, siyaset/askeriye/ekonomi ve ideolojiden özellikle de bu dört kutbun iktidar kulelerinden bağımsız ol(a)madığı için, son 20 yılda sivil ya da askeri dikta konusunda öyle elle

İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP

  Nilay Karaelmas ve Timur Soykan İKİ DÖNEM, İKİ GAZETECİ, İKİ KİTAP İlki 1970-90 dönemini, ikincisi bugünkü medya ortamını anlatıyor. Çok değişiklik pek az gelişme var. Hatta işler kötüye gidiyor. Ragıp Duran Nilay Karaelmas’ın ‘’Sosyal Medya Öncesi 1970, 1980, 1990 yıllarında Gazetecilik’’ (SBFBYYO-DER, Ankara 2023) başlıklı kitabı ile Barış İnce’nin Timur Soykan’la yaptığı nehir söyleşi çalışması ‘’İyi Gazetecilik, İyi ki Gazetecilik’’i (DeliDolu, İzmir, 2023)   eşzamanlı olarak okudum. Birincisi 120, ikincisi 111 sayfa. Her iki gazetecinin kalemi/söylemi, uslubu rahat, düzgün, akıcı olduğu için bir oturuşta okunabilecek kitaplar. İki ayrı dönemde muhabir olarak görev yapmış, uzmanlık alanları farklı iki gazetecinin gözlem, anı ve mesleğe ilişkin değerli değerlendirmeleri var iki kitapta. 60+ meslekdaşların Soykan’ın kitabını,   yaşı -30 olan gazetecilerin de özellikle Karaelmas’ın kitabını okumalarında yarar var. Böylelikle gençler mesleklerinin yakın geçmişi hakkında b

YÜZ YILLIK AMA YÜZÜ YOK CUMHURİYET’İN

Derin ve ayrıntılı bir muhasebeye girişip,  Cumhuriyet’in yani son yüzyılın olumlu ve olumsuz yanlarını irdeleyip tartışacağımıza, geçmişle yüzleşeceğimize, kutlama törenleri saplantısına çakıldık kaldık. Lider kültündeyiz hala. Tek Adam rejiminin sinsi Cumhuriyet ve Atatürk karşıtlığı, Türk akademiasını, medyasını, STK’larını ve holdinglerini iyice Kemalperver hatta Kemalperest hale getirdi. Mutsuz ve çıkmaz, melankolik ve demode bir aşk!   Ragıp Duran   Siyasal İslam’ın yani Erdoğan rejiminin bu yıl Cumhuriyet’in ilanının 100. yılını kutlama etkinliklerini, Filistin yası bahanesiyle iptal etmesi hakiki, sahte, konjonktürel ve yapısal Kemalistleri, bu arada toplumun önemli bir kesimini fena halde kızdırdı. Rejim, 100. yıl için zaten kasıtlı olarak hiçbir hazırlık yapmamıştı, İsrail’in Gazze saldırısı olası etkinlik ve törenleri iptal etmek için iyi bir bahane olarak kullanıldı. Ne var ki, sözümona muhaliflerin, iktidarın bu hamlesine karşı çıkarken öne sürdükleri gerekçelerd